Hepimizin hayatında bizi zorlayan bir ya da birden fazla insan var; kardeşimiz, çocuğumuz, eşimiz, anne-babamız, iş arkadaşımız, yöneticimiz ya da altımızda çalışan biri ya da birileri. O bizi zorladıkça ve bir de o bizi, biz de onu değiştirmeye çalıştıkça sorun giderek ağırlaşır. Bir noktadan sonra da sorunun karşımızdakinin kişiliğinden kaynaklandığı kanaatine varırız ve internetten araştırmaya başlarız. Pek çoğunuz borderline (sınır) kişilik, narsistik kişilik, obsesif-kompulsif (takıntlı) kişilik ve pasif-agresif kişilik bozukluğunu duymuşsunuzdur. Psikiyatri ve psikoterapi kitaplarının hangisine açıp okursanız, hepsinde bu bahsettiğim kişilik bozukluklarının tedavisinin çok zor olduğu ve ancak uzun yıllar sürecek terapilerle düzelme ihtimali olabileceği yazar. Peki durum bu kadar ümitsiz mi? Hayır, değil !
Eğer kişilik bozukluğu kavramını-tanımını bir kenara bırakıp “Çözüm Odaklı” yaklaşırsanız değişimin her zaman mümkün olabileceğini görürsünüz. Nasıl mı? Siz kendinizi değiştirerek şikayetçi olduğunuz ötekini de değiştirebilirsiniz, sizin bu gücünüz var. Çünkü değiştirmek istediğiniz aslında ötekinin kişiliği değil, onun sizle olan “ilişki biçimi” ve bu ilişki biçiminin sahnelendiği “bağlam” (context) dır. Bununla ilgili Çözüm Odaklı yaklaşımın sunduğu üç temel prensibi üç farklı örnekle kısaca aktaracağım.
İlk örnek; evde anne-babasına adeta kan kusturan, hatta beş yaşındaki kız kardeşine bile eziyet eden on üç yaşındaki erkek çocuğun okuldaki veli toplantısına giden anne-baba, öğretmenler ile konuştuklarında hayretler içinde kalırlar. Tüm öğretmenler bu oğlan çocuğunun ne kadar uslu, çalışkan, uyumlu ve eğlenceli bir çocuk olduğundan övgüyle bahsedip anne-babayı tebrik ederler. Eminim etrafınızda böyle örneklerde vardır; “dışarıda, başkalarıyla mükemmel, evde ise canavar”. Verdiğim örnekten devam edecek olursak, bu 13 yaşındaki erkek çocuk, okulda geçirdiği 6-8 saatlik zamanda her bakımdan çok başarılı. Buradaki sorumuz şu olmalı; “okulda herkesle güzel ilişkiler kurmayı, uslu ve eğlenceli biri olmayı ve derslerinde çalışkan olmayı nasıl başarıyor? Okulda ilişkide ve etkileşimde bulunduğu sınıf arkadaşları, diğer sınıftan öğrenciler, öğretmenler, müdür ve müdür yardımcıları, kantindeki satış elemanı ve okuldaki hizmetliler neler yapıyor ve bu çocuk onlara nasıl bir karşılık veriyor da böylesi pozitif bir sonuç ortaya çıkıyor?”. Bu soruyla okuldaki “bağlamı” anlamaya çalışırız; böylelikle orada (okulda) başarıya götüren “mekanizmaları” bulup bunları eve taşıyabiliriz. (Birinci prensip: “Çalışanı bul, onu daha çok çalıştır”)
İkinci örnek; profesyonel tiyatro oyuncusu olan 37 yaşında bir kadın. Uzun yıllardan beri birlikte çalıştığı yönetmenin ve oyuncu arkadaşlarının kendisine epey bir süredir haksızlık ettiğini düşünüyordu. Artık bu haksızlıklara rıza göstermeyeceğini onlara kabul ettirmeli ve “sistemi” değiştirmeliydi. Son sahneleyecekleri oyun da onlara bir ders vermek ve bu değişim mesajını iletmek için güzel bir fırsat olarak gözüktü. Oyunun tüm biletleri satılmış, salon dolmuş ve seyirciler sabırsızlıkla oyunun başlamasını bekliyorlardı. Bu hanım oyun başladığında, oyunun en kritik yerlerinden ilkinde, repliklerini ve mizansenini biraz değiştirdi. Diğer oyuncu arkadaşları ilk etapta büyük bir şaşkınlık yaşadılar, kaş-göz işaretleri ve seyircinin anlamayacağı şekilde ona sözlü uyarılar gönderdiler. Ancak O çok kararlıydı. Oyun ilerledikçe kritik birkaç yerde daha repliğini-mizansenini değiştirdi. Vermek istediği mesaj ve ders ilgili taraflara ulaşmıştı. Diğer oyuncular da uzun yıllara dayanan tecrübeleriyle, oyunu kurtaracak şekilde kendi repliklerini ve mizansenlerini değiştirdiler. Olan bitenden haberi olmayan seyircilerse keyifle oyunu seyretti. Sistemik aile terapisi kuramı der ki, bir sorun varsa bu kişilerde değil sistemdedir; sistemde kurulan ilişki biçimlerinde ve sisteme dahil olan kişilere atanan rollerdedir. Sistemdeki her bir oyuncunun tüm sistemi değiştirme, dolayısıyla da sistemdeki kişilerin rollerini ve ilişki biçimlerini değiştirme ya da en azından yeniden müzakere etmeye açık hale getirme gücü vardır. (İkinci prensip: “Çalışmıyorsa değiştir”)
Son örnek; “Benim kocam çok zor bir adam, yıllar içerisinde beni de tüketti. Gel gelelim iyi tarafları da var. Çok konuşkan ve sosyal biridir. Gittiği her yerde hemen kendine arkadaş bulur, samimiyet kurar ve onlara da yardım eder. Bence bu kadarı gereksiz. Uyarıyorum kendisini, çünkü bundan zarar görme ihtimali de var…”. İlişkide sorunlar yaşadığımız insanları değiştirmeye çalışırken onların “iyi giden” özelliklerine de çoğu kez müdahale etmeye çalışıyoruz. Bu da karşımızdakinin değişime olan direncini giderek daha çok arttırır. (Üçüncü prensip: “Bozulmadıysa tamir etme”)
Sonuç olarak söylemek istediğim, kişilik bozukluğu (borderline, narsistik, obsesif-kompulsif, pasif agresif…) kavramından uzak durun. Çünkü tanılar koyup hele bir de bunun çocuklukta neye dayandığını araştırmak size bir fayda sağlamaz. Siz onunla olan ilişkinizden ve onun ve sizin dahil olduğunuz sistemden (aile, evlilik, sevgili, iş-takım arkadaşları…) “neler almak istiyorsunuz? O neler almak istiyor?” sorularının cevabı üzerinde düşünün. Siz şikayetçi olduğunuz sistemin (sistemlerin) bir parçası olduğunuz için tüm sistemi değiştirmeniz mümkün, üstelik bunu çok kısa bir sürede de gerçekleştirebilirsiniz.
Önemli bir hatırlatma: Büyük değişimler küçük adımlarla başlar. Lütfen ilk önce, o en küçük adımı bulun ve değişime / değiştirmeye o adımla başlayın.